Marifetname, 3 Cilt, Hikmet Neşriyat
%25İndirim
93,25 TL
124,33 TL
Stok Kodu
9789752906822
*8,85 TL den başlayan taksitlerle!!
Kitap Marifetname
Yazar Erzurumlu İbrahim Hakkı (ra)
Tercüme Prof. Dr. Durali Yılmaz - Hüsnü Kılıç
Yayınevi Hikmet Neşriyat
Etiket Fiyatı 75 TL
Kağıt - Cilt 1.Hamur Beyaz Kağıt - 3 Lüks Cilt
Sayfa - Ebat 1.313 sayfa - 17,5x24,5 cm
Yayın Yılı 2008 - Yeni dizgi
Tetkik Takdim Ahmet Davudoğlu
ISBN 9789752906822
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. tarafından yazılan, Hikmet Neşriyat ın yayınladığı Marifetname adlı kitabı incelemektesiniz. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. nin 3 cilt marifetname kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satışı hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku , Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Eksiksiz tüm övgüler; âlemlerin Rabbi olan, hakkı batıldan ayırt ettiren, kitabı indir en Allah'a, salat ve selam da o indir ilen Kur'an'ı bizzat yaşayarak kendi hayatında gösteren, sınır koyma yetkisi kendisine verilen O'nun Rasulüne, ehli beyte ve ashabına olsun. Amin
KİTAP HAKKINDA
Marifetname'nin sadeleştirilmiş iki baskısı var: Biri İbrahim Hakkı Vakfı tarafından, biri de Bedir Yayınevi tarafından yayınlanmış. Böyle olduğu halde, bu eseri yeniden günümüz Türkçe-sine çevirme gereğini niçin duyduk? Bir ticarî rekabet mi? Herkes bilir ki Türkiye'de kazanç sağlamayan tek ticaret kitapçılıktır. Bir hizmet gayesi mi? Bizce bu tür eserlerin tıpkı basımını yapmak daha yararlı bir hizmettir. Bu ülkede yaşayan aydınların Osmanlıca bilmesi kaçınılmaz bir zarurettir. Yoksa "bin yıllık kültürümüz" gibi iddialar laftan öteye geçemez.
İbrahim Hakkı Hz. büyük tecessüs sahibi. Her ilme merak sarmış ve öğrenmiş. Ünlü eseri "Marifetnâme" bunu gösteriyor. Bu ansiklopedik eserin sadeleştirilmesini gerektiren zaruret, yapılmış iki sadeleştirmeyi görünce içimiz burkuldu. Bu eseri geniş yığınların da okuduğu, yaptığı üst üste baskılardan anlaşılıyor. Bu durumda hiç olmazsa aslına uygun ve üslubuna dokunmadan bu eserin günümüz Türkçesine aktarılmasını bir görev bildik. Bilindiği gibi, Osmanlıca yazılmış eserlerde müteradif kelimeler üsluba bir zenginlik ve tatlılık verir. Yapılan sadeleşmelerde bu hususa dikkat edilmeyip beş kelime yerine bir kelime yazmak gibi bir çıkmaza düşülmüş ve eser anlaşılmaz bir hal almış. Öte yandan "Marifetnâme"nin yazıldığı asırdaki astronomik, coğrafî ve tıbbî terimler, yapılmış olan her iki sadeleştirmede de ya anlamsız kelimelere dönüşmüş ya da olduğu gibi kalmış. Bu ise eserin ilmîliğini yok denecek kadar azaltmış.(1)
(1) Meselâ, madeni'l-m mukattara ve madeni'l-ahcar tabirleri kıymetli maden, kıymetsiz maden olarak karşılanmıştır ki bu, gerçekten abestir. Buna benzer daha bir yığın yanlışlık. Ve zaten kitabın bugünkü Türkçeye aktarıldığını söylemek de hayli güç. Osmanlıca kelimelerin atılanları atılmış; alınanlarıysa olduğu gibi bırakılmış, bugünkü Türkçeleri verilmemiştir.
Biz bu sadeleştirmede, eserin üslûbunu olduğu gibi koruduk. Mümkün olduğu kadar metne ve cümle yapısına bağlı kaldık. Kullanılan bütün kelimeleri karşılamaya çalıştık. Özellikle hem aruz hem hece ile yazılmış şiirlerin asıllarını bozma felâketi yerine, asıllarını aynen alarak izaha gerek duyulan yerde nesirlerini ayrıca vermeye gayret ettik.
Hele, gördüklerimizde, ibarenin çetinliğinden dolayı atlandığı hissini veren müthiş eksik ve yakıştırmalardan da uzak kaldığımız inancındayız. Eserin, aslı ile karşılaştırılmak suretiyle titizlikle tetkiki bunu gösterecektir. Bunun içindir ki size sunduğumuz "Marifetnâme" öteki sadeleştirmelerinin hemen hemen bir buçuk katı oldu. İlmî tabirlere gelince: Öncelikle eserin orijinalin -deki tabirleri aynen koruduk. Bunların yanına da bugünkü karşılıklarını ve Fransızcalarını yazmayı uygun bulduk. Böylece sadeleştirmenin bir başka özelliği de "Matbaa-ı Âmire" baskısının esas alınmış olması. Öteki sadeleştirmelerde başka baskılar esas alınmış. Oysa erbabı bilir ki, bu baskı en güveniliridir.
Bir meseleyi daha işaretlemek istiyoruz: 18. asırda yayınlanan ve devrinde mükemmel bir ileri kıymet arz eden eserin müspet bilimlere dâir tespitlerinin bugün kısmen de olsa gerçeklik ifade etmediği; bundan dolayı da eserin yayınlanmasının doğru olmadığı yolundaki kanaat, özellikle tasavvufi hakikatlere karşı alâkasızlık ve aykırılık içindeki çevrelerin yaygınlaştırmağa çalıştıkları kanaattir. Tabidir ki, eserin müspet bilgiler mevzularına dair tespit ve teşhisleri kendi devresi içinde mütalaa edilir.
Orijinal metnin 598'den itibaren 1.102 sayfası Hüsnü Kılıç, diğer sayfaları Prof. Dr. Durali Yılmaz tarafından sadeleştirilmiştir.
Daha fazla açıklama yerine, takdiri okuyucularımıza bırakıyoruz. Eser ortada, meraklılar orijinaliyle satır satır karşılaştırabilirler. Tabii ki biz mükemmele ulaştığımızı iddia etmiyoruz. Çünkü insanoğlunun yaptığı hiçbir şey mükemmel değildir. Çalışmak bizden, tevfik Allah'tan.
Hüsnü KILIÇ Prof. Dr. Durali YILMAZ
20. 10. 1981-Üsküdar 20. 10. 1981 Fatih
TEDKİK VE TAKDİM
Bu kitap adı üstünde Marifetnâme, yani bilgi kitabıdır; bir İslâm ansiklopedisidir. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri onu, insan yaratanını bilsin de kulluk vazifesini yapsın diye yazmıştır. Ancak kitabına başlarken kendisinin de dediği gibi, yaratanı bilmek için evvela kulun kendini bilmesi lâzımdır. Kendini bilmesi için de bedenini bilmesi, onu bilmek için de bu alemi bilmek gerekmektedir. Âlemi bilmek ise hakiki ilimlere bağlıdır. Demek oluyor ki bu iş bir takım bilgiler silsilesine raptedilmiştir. Bu sebepten hazret-i müellif bu eserde hesaptan, astronomiden, hikmetten, anatomiden, ahlâktan, hayattan memattan, mebde'den meaddan, arş-ı a'lâdan ve melekten, hâsılı Allah Teâlâ'nın lâyıkıyla bilinmesine yardımcı gördüğü her ilimden tasavvufî bir üslupla bahsetmiş; eser âdeta bir İslâm ansiklopedisi olmuştur. Marifetnâme yıllar boyudur dillere destandır. Fakat maalesef şöhreti derecesinde ondan istifade edilememiştir. Çünkü gerek içindeki muhtelif ulûmu fünunun çetin mevzuları, gerekse üslûbunun ağırlığı buna hayli mani olmuştur.
Şâyân-ı şükrandır ki, son yıllarda bu mühim eserle meşgul olarak onu sadeleştirmeye çalışanlar görülmektedir. Bu cümleden olmak üzere talebemden Durali Yılmaz ile Hüsnü Kılıç'ın sadeleş-tirdikleri bu nüsha görmem için bana getirildi. Bazı yerlerini aslı ile karşılaştırarak okudum ve beğendim. Çok güzel olmuş!.. Hatta başkalarının sadeleştirdikleri nüshalarla bunun sahife sayısına baktım, aynı ebatta olmakla beraber bunun diğerlerinden 400 sahife kadar fazlalığı olduğunu gördüm. Bu gösteriyor ki, diğerlerinde tasarruflar yapılmıştır. Bunda ise öyle bir şey yoktur, metne harfiyen sâdık kalınmıştır. Başka bir diyeceğim yoktur. Şimdi artık bütün gençlerimize ve ihtiyarlarımıza bu kıymetli eseri okumak kalmıştır. Allah cümlesinin feyizlerini arttırsın. Sadeleştirenleri ve yayınevi sahibini bu güzel muvaffakiyetlerinden dolayı tebrik eder, daha nice güzel eserler için kendilerine Cenab-ı Hak'tan nusretler niyaz ederim.
Ahmed DAVUDOĞLU
Yüksek İslâm Enstitüsü Eski Müdürü
Not: Bugün mevcut her üç sadeleştirme de 28x42 katrat eb'atta ve 10 punto dizilmiştir. Üstelik kitaba diğer sadeleştirmelerdeki gibi şahsî yorumlar ve hele bazı yayınevlerinin neşrettiği sadeleştirmedeki gibi Saadet-i Ebediye v.s' den bölümler ilâve edilmemiştir.
İBRAHİM HAKKI Hz. VE MARİFETNAME
Hasankale halkından Dursun Mehmed oğlu Molla Bekir oğlu Derviş Osman Efendi'nin oğlu olan İbrahim Hakkı Hz.'leri Hicri 1115, Miladî 18 Mayıs 1703 yılında Erzurum'un kazası Hasankale'de, dünyaya gelmiştir. Hz. Peygamberin (s.a.s.) soyundan gelen annesi Hasankale'nin Kındığı köyünden Dede Mahmud'un kızı Şerife Hanife Hanımdır. Doğumunu Marifetname'de (3/1118) şöyle anlatır:
"Malum olsun ki, Derviş Efendi merhum umurunda mütehayyir ve mağmum kalmıştır; ve tarihi hicret bin yüz on beşinci seneye baliğ olmuştur. Pes ol muharremin ibtida cuma gecesi tedbir-i umur için sıdk ile istihare kılmıştır ve rüyasında terki dünya talebi Mevlâ ile memur olmuştur. Ve uyandıkta seyahate koyulmak ve mürşidi kâmil bulmak arzusuyla dolmuştur. Ve ol sabah, yevmi cuma zuhra saatinde tulü-u şems ile beraber onun bir oğlu dünyaya gelmiştir. İsmi ve resmi İbrahim Hakkı olmuştur. Can ve cismi aşk ve şevk ile dolmuştur, küdürat-ı cismaniyeden ve âfât-ı rûhaniyeden inayet-i Hakk ile selâmet bulmuştur."
Hicretin tarihi bin yüz on beş oldu ol bahar Kale-i ahsende İbrahim Hakkı doğdu zar, İhtiyarı ilim idi ta sal bin yüz kırka dek. Aşka düştü arif oldu vecdü hali kıldı kâr, Sal bin beş yüz yetmiş oldu sinn-i Hakkı elli beş Kendi kân bar-ü van ihtiyarı kıldı yar.
İlk derslerini babası Osman Efendi'den alan İbrahim Hakkı Hz. bu arada mahalli hocalardan ve Erzurum'da baba dostu olan
Sarı Gümrükçü Derviş Efendiden de dersler aldı. Yedi yaşında annesini kaybetti. Babası Derviş Osman Efendi kendi babası Molla Bekir'in, Azak seferine gidişinde Kefe'de vadesi ile vefat edişi üzerine ruhu sarsılmış, eskiden sahip olduğu hilim ahlâkı kötü ahlâka dönüşmüş, bundan da büyük eleme giriftar olmuştur. Bu hallerinden kurtulmak için bir mürşid-i kâmil aramaya koyuldu. Bunun için Erzurum'a gitti. Daha önceden tanışık olduğu Gümrükçü Derviş Efendi kendisini oğluna üstat kabul etmek istemişse de Derviş Osman bunu kabul etmeyip Habib Efendi'ye giderek O'ndan tasavvuf ilmini öğrenmiştir. Habib Efendi, Derviş Osman'ı Mehdi Mahallesinde, yaptırdığı camiye imam olarak almıştır, keder ve gam ateşiyle kavrulan Derviş Osman Efendi, o sırada Erzurum hâlâ Paşa Camii'ne gelen Özbek'li vaiz ile görüşmüş, derdini O'na anlatmış, hatta O'nunla birlikte gitmek istemişse de Özbek'li vaizin:
"Ey Mümin kardeş! Biz seni kabul ederdik. Lâkin bizden önce seni sultanımız almıştır, sana müjde ki, senin bir büyük sahibin vardır ki, O en kâmil mürşit kırmızı kükürt gibidir. Altı seneden beri O'nun sana iştiyakı mukarrerdir. İki seneye kadar karşılaşmanız müyesserdir" sözlerim bir müjde kabul etmiş bunu üzerine, kâmil mürşidini aramak üzere yol arkadaşı Şeyh Eyyub Efendi ile (1716) Bitlis tarafına gitmişlerdir. O sırada hanımı Hanife Hatun vefat ettiğinden, oğlu İbrahim'i kardeşlerine bırakmıştır. Bitlis'te ve Müküs'te birer hafta kalıp Eyub Efendi'nin şeyhi Molla Mehmed Arvasî'nin kabrini ziyaret ettikten sonra, hac niyetiyle Siirt'e doğru Kabe yoluna koyuldular. Hizan'dan Siirt'e varan kervan halkından Siirt'in Tillo (Aydınlar) köyünde Şeyh İsmail adında bir zatın ismini işitirler ve O'nu ziyarete giderler. İsmail Fakirullah ile görüşen Derviş Osman, aradığı mürşid-i kâmilin bu zat olduğunu ilk anda anlayamamış, fakat orada kaldıkça gam ve kederinin zaman zaman hafiflediğini hissetmiş, daha sonra, aşkından yandığı mürşidin bu zat olduğunu bilmiş ve O'nun yanında kalmıştır. İbrahim Hakkı Hz. de dokuz yaşında iken amcası Ali ile babasının bulunduğu Tillo'ya gelmiş ve İsmail Fakirullah Hz. ile karşılaşmış, babası ile birlikte O'nun yanında on yıl kalmıştır. Kalışlarının onuncu yılında babası Derviş Osman (1719) vefat edince Şeyh Fakirullah hazretlerinin hizmetini İbrahim Hakkı Hz. üstlenmiştir. Fakirullah Hz.' nin yanında kaldığı sürece şeyhinin manevi eğitiminden geçen İbrahim Hakkı Hz. mürrebbisinin mürşit nasihatlerinin bir kısmını Marifetnâme 'sinde derlemiştir.
"Molla İbrahim, her şey Allah'tandır, her şey Allah'adır, molla, her şey Allah ile her şey Allah için. Molla her şey Allah'ın kudretiyle, her şey Allah'ın işi, Molla, Allah'ı seven Kur'ân okumayı sever, molla Kur'ân okumak insan ruhunun gıdasıdır, molla fatiha okumak, celbedici ve def edicidir. Molla Allah'ı seven Kur'ân'ın içindekilerle amel eder. Molla İbrahim, Allah'ı seven Habibıne uyar. Molla, Allah'ın Habibini seven O'nun sünnetiyle amel eder...
Molla ibrahim, susmak beliğ bir hikmet ve güzel bir haslettir. Molla, dilin susması kalbin susması için, kalbin susması Rabbin marifeti için sebeptir...
Molla İbrahim, zikrin en faziletlisi «Lailahe illallah»dır. İsmi tekrar, muhabbetullaha götürür. Yalnız Allah'ı zikredeni, Allah da zikreder ve sever. Molla, Allah'ı zikretmenin hakikati mâsivâyı unutmaktır.
Molla, tevekkül, tefviz, teslim, sabır, rıza tarikte usullerdir. Allah'a ulaşmanın usulüdür. Molla İbrahim, sabır Allah'tan ilhamdır, acele şeytandan desisedir, tahammül emn ve emandır...
Molla, ilim öğrenmekle, hilim kalbi hilme zorlamakladır. Kalb sultandır. Tahtı tevhid, tacı ilimdir. İlim ona yüce mertebe, hilim büyük atiyedir..."
Talebesi ibrahim Hakkı Hz. 'ni bu nasihatleriyle eğiten Şeyh Fakirullah Hazretleri 80 yaşında H 1147, M. 1734 yılında Şevval ayının yarısından sonra bir cuma gecesi hakkın rahmetine kavuşmuştur.
İslâmi ilimleri ve tasavvufu Fakirullah Hz. 'inden tahsil eden İbrahim Hakkı Hz. 1719-1735 yılları arasında iki defa Tillo'dan Erzurum'a gelmiş, ilk gelişinde 9 yıl Erzurum'da kalmıştır. 1738'de İstanbul'a, oradan Hicaz'a gitti. Dönüşünde bir müddet Mısır'da kaldı.
1745 ve 1754'de İstanbul'a, 1763 ve 1767'de olmak üzere iki defa daha Hicaz'a gitti. İstanbul'da bulunduğu sırada I. Sultan Mahmud'un izniyle Kütübhane-i Hümâyûn'dan istifade etti. 1754-1764 yıllarım Erzurum'da geçirdi. Küçük yaştan beri hayatını ilim öğrenmekle geçiren İbrahim Hakkı Hz. 1764'den itibaren ölünceye kadar (1780) Fakirullah Hz.'nin tekkesinde kaldı Kabri şeyhinin ayak ucunda bulunmaktadır. Mutasavvıf, mütefekkir, içtimaiyatçı, ruhiyatçı, felekiyat âlimi, müceddit, fen adamı ve kelâma olan müellif aynı zamanda şâirdir. Eserlerinde matematik, anatomi, geometri, astronomi, coğrafya, tıp, âdâb-ı muaşeret, tedris usulü
gibi çok yönlü konular işleyen İbrahim Hakkı Hz. dünyanın yuvarlaklığından, evkat-ı cima ve ittihad-u ahval, eşkali evlada kadar birçok meseleyi ele almıştır. Eserlerinin bütünündeki sonuç, okuyucusuna kâmil insan olma yolunu öğretmektedir.
İlk beş ana eserinden; Divan, Marifetnâme, İrfaniye, İnsaniye ve Mecmuatü'l-Maanî'yi Erzurum'da kaldığı sürede tamamladı. Diğer eserleri de Tuhfetu'l-Kiram (1766), Nuhbetu'l-Kelâm (1768), Meşariku'l-Yûh (1771), Sefînetu'r-Rûh (1773), Kenzu'l-Fütüh (1774), Definetu'r-Rüh (1775), Rûhu'ş-Şurûh (1776), Ülfetul-En'am (1176), Urvetu'l-İslâm (1777) ve Hey'etü'l-İslâm'dır (1777). Bunlardan başka eser sayısını 40 'a kadar sayanlar olmuştur. Menâzil-i Kamer, İhtiyarü'l-Kamer, Kurranâme, Tertibul-Ulûm (1752), Rub'ü'l-mü-ceyyeb, Mahzenul-Esrâr, Lübbü'l-Kütüb (1741), Mürşidi Müteeh-hilîn, Mecmua-i Mekâtib, Tecvid, Müntehebât-ı Manzume, Vuslatnâme, Şükürnâme, İkbalnâme, İstihracı Âmâm-i Felekiyye, Ad'iye-i Me'sûre, Manzûme-i Avamil, Lübbü'l-Lübb ve Sirrus-Sırr gibi irili ufaklı eserler de İbrahim Hakkı Hz.'nin kaleminden çıkmış eserlerdir.
İbrahim Hakkı Hz.'ni döneminde ve günümüzde şöhretinin doruğuna çıkaran eseri, intisab ettiği Nakşı şeyhi (Kadiri olduğu da söyleniyor) Fakirullah Hz.'nden aldığı tasavvufi eğitimle ulaştığı marifetullah mertebesini halka tanıtmak için kaleme aldığı "Marifetnâme" sidir. Bu eseri kaleme alışının sebebini, kitabının başında, hadsiz hamd ve sayısız şükürde bulunduktan sonra oğlu Ahmed Naimî'ye ithaf ederek şu satırlarla ifade etmektedir:
"Allah seni her iki cihanda aziz etsin. Öncelikle malum olsun ki, Hak Teâlâ iki cihanı insanoğulları için ve insanoğullarını da ancak kendisini tanımaları için yarattığını cümleye duyurmuştur. Nitekim lütuf ve keremiyle: «Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi sevdim ve beni tanımaları için varlıkları yarattım» buyurmuştur. Şu halde âlemin ve insanın yaratılmasından nihaî maksat ve yüce istek, Mevlâ'nın bilinmesidir. Bu ebedî devlet ve tükenmez saadet, her şeyden öncedir. Ancak bu, nefsini bilmeğe bağlı olup, nefsini bilmek de bedeni bilmeye dayanır. Bedenin bilinmesi âlemin bilinmesiyle olur. Âlemin bilinmesi ise hakiki ilimlerledir. Bu sebepten dolayı bir miktar anatomi ve felsefeden alıp toplayarak, bir miktar astronomi ilminden devşirip seçerek, bir miktar da kalb ilmi ve irfanından iktibas edip ele alarak, bu güzel kitabı, Türk diline tercüme edip bir mukaddime, üç kitap ve bir hatime üzere telif ve tasnif ettim."
İbrahim Hakkı Hz. 'nin 1765 yılında tamamladığı bu eserin ihtiva ettiği konular Allah'ı tanıma yollarıyla ilgili olarak, Allah'ın varlığına ve varlığını ispat eden âyet-i kerîmelere, tasavvufun hallerine, yaratıcısı Allah olan Kâinatta akıl yoluyla tespit edilen müspet ilimlerden astronomi, yer bilimleri, fizik, biyoloji, matematik, tip, tedris usulü: karakteroloji, fizyoloji gibi düşünüldüğü zaman insanı Allah'ın varlığına ve kudretinin sonsuzluğuna götüren konulardır. Bu arada özellikle tasavvufî konulara temas ederken, konuyu manzumelerle süslemeyi ihmal etmemiş ve gök bilimleri ile ilgili geometrik çizimler göstermiştir.
Ansiklopedik bir eser olan Marifetnâme 1835-1836'da Mısır' da Bulak baskısı, 1845'de Rusya'da Kazan Üniversitesi baskısı, 1863'de Mısır'da Bulak II. baskısı, 1867'de İstanbul'da Matbaa-i Âmire bakısı, 1877'de İstanbul'da Hacı Muharrem Efendi baskısı, Şirketi Sahafiye-i Osmaniye tarafından Matbaa-i Amire'nin E. baskısı, 1814 ve 1912'de Ahmet Kâmil Matbaası'nda yapılan iki ayrı basımı olarak okurların istifadesine sunulmuştur. Elimizdekinden başka eserin sadeleştirilmiş iki ayrı baskısı daha mevcuttur.
İbrahim Hakkı Hz. bu eserin telifinde çeşitli kitaplardan faydalanmıştır. Bunlardan en önemlileri:
Seyyid Şerif Cürcanî'nin "Târifâfı, Gazalî'nin "İhya" ve "Tehafütü'l-Felasife"si, İbn Sina'nın "Şifa" sı, Fahreddin-i Râzî'nin eserleri, Mes'üdî'nin "Mürucu'z-Zeheb"i, Nasiruddin Tûsî'nin birkaç eseri, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi'nin eserleri, Hâkim Sinaî'nin "Hadika-i Şerife"si Ayrıca "Mesnevi" ve "Sarı Abdullah Şerhi", Kâtip Çelebi'nin "Cihannüma" ve "Keşfü'z-Zünûn an Esmai'l-Kü-tüb-i ve'l-Fünûn"unun, Evliya Çelebi'nin "Seyahatname"sinin, Şamlı Ebû Bekir'in "Katb-ı Atlas Majör Tercümesi'nin ve Kopernik'in "Güneş Merkezliği" teorisinin bizde öğrenilmesinin etkisi olduğu söylenmektedir.
Osmanlı son dönem kalıntısı ve Cumhuriyet dönemi müspet ilimcilerimizde dine karşı olmak, dini müspet ilimlerin tekâmülünde engel görmek genel hastalık haline gelmiştir. Batının, köhnemiş düşüncelerden kurtulmayı akıl edemedikleri ve genel olarak Batı toplumunun, yaşadıkları çağın çok gerilerinde kaldığı dönemlerde
Tillo, Hasankale, Erzurum ve (sadece iki sefer gidilmiş olan) İstanbul dörtgeni arasında 17. asırda fikir, tasavvuf şiir, anatomi, fizyoloji, astronomi, karakteroloji, klimatoloji, ruh bilimi sahalarında medrese tahsili ve tasavvuf eğitimi almış İbrahim Hakkı Hz. 'nin yetişmiş olması, müsbet ilimcilerimizce dini kökenli olduğu için hayretle karşılanmış, kendilerince zıt gibi görülen müsbet ilim ve dini, bu şartın ancak dinin dogmatik hükümlerini aşarak laik kafaya sahip olduğu için ulaşabildiği hükmüne varmışlardır. Böylece dine karşı soğuk bakışlarını, aynı zamanda bir din âlimi alan İbrahim Hakkı Hz. 'ni laik göstererek sürdürmüşlerdir. Oysa dinin hükümlerini koyan ile akılcıların "tabiat kanunu" dedikleri Kâinatı da insanın istifadesine amade kılmıştır. Bilinmelidir ki, dinin kaynağı olan Kur'ân'ın en büyük müfessiri zamandır. Din de, Kâinat sırlarının ve varoluş hikmetlerinin zaman içinde akıl ile keşfedilmesine karşı çıkmak bir tarafa, aksine aklın kullanılmasını, bu yolla esrarın çözülmesini ve eserden müessire varan mantıkla Kâinat yaratıcısının marifetini emretmektedir. "Umulur ki akıl edersiniz", "Umulur ki tefekkür edersiniz" ikazlarıyla son bulan âyetler, dileriz ki "akılcı" geçinenlerin de akıl ve Kâinatı yaratan Allah'a ve O'nun mükemmel dinine kavuşmalarına sebep olur. Neticede Din ile müspet ilimlerin birbiriyle çatışmadığı, aksine aynı ilâhî kaynaktan beslendiği gerçeğini yakalarlar.
İbrahim Hakkı Hz. Marifetnâme'sinde (syf.27-28) Hikmet Ehlinin görüşmelerini naklederek "Evrim Teorisi"ne yer vermiştir. Bu satırları gören müspet ilimciler, İbrahim Hakkı Hz. 'ni, Darvin'den de önce evrimci olduğunu ileri sürerler. Bununla iç dünyalarında, insanın topraktan yaratıldığını ifade eden Dinin bu tarihi bildirisine karşı gelişlerine, Müslüman bilginden destek buldukları gerekçesiyle sevinirler. Ancak evrim teorisini dile getiren satırların aşağısında yer alan şu satırları ne hikmetse görmezlikten gelirler.
"İlâhî nur ve sonsuz feyiz, birlik mertebesinden akıllar üzerine, oradan nefisler üzerine, oradan gökler üzerine taşıp iner. işte bu iniş «mebde» (başlangıç) ve kavs'i nüzul olarak adlandırılır. Sonra bu nur, topraktan madenlere, oradan bitkilere, oradan hayvanlara, oradan da insan-ı kâmil'e ve hatta Allah'a kadar yükselir. Böylece bir daireyi tamamlayarak ilk çıktığı noktaya gelir. Başlangıç noktasından çıkarak çeşitli evrimlerden sonra dairevî bir hareketle yeniden çıkış noktasına gelen bu ilâhî nurdur. Bu vasıl oluşa «mead» (son), bu çıkışa da kavsi rücû denir..."
Burada vurgulanan evrim, Darwin'in, insanın atasının maymun olduğunu ileri sürdüğü türden bir evrim değildir.
Marifetnâme'yi ve İbrahim Hakkı Hz.'ni en iyi tanıma yolunu, şüphesiz ki Marifetnâme'yi okuyunca bileceğiz.
Hikmet Neşriyat olarak Prof. Dr. Durali Yılmaz ve Hüsnü Kılıç'ın sadeleştirdiği "Marifetnâme"yi üç cilt, birinci hamur kağıt, lüks baskı ve cilt ile okurlarımıza kazandırmayı, unutulmuşluğa terk edilen böyle müstesna bir eseri tekrar gündeme getirmeyi, değerlerimize sahip çıkmayı bizlere lütfeden Allah'a hamdolsun, Resulüne salât ve selâm olsun. Diğer eserlerimizle de sizlerle birlikte olmak ümidiyle...
HİKMET NEŞRİYAT Ltd. Şti.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Sınırsız hamd, sayısız şükür, ebedî sena tek ve benzersiz olan Allah'a olsun. O, âlemlerin her işini, ezelî ilmiyle takdir edip, belirlemiştir, Cihanın görüntülerini, bitmez feyziyle tertip edip, tespit eylemiştir. Cihanın gül bahçesini, insan gülünün kokusuyla süslemiştir. Bütün cihanı insan için, insanı da kendisinin bilinmesi için var edip; eşyanın hakikatiyle manaların inceliklerini hep insanda toplayıp ortaya çıkarmıştır. İnsan ruhunu, "Cami" ismine suret yapmış, onu emanetlerin yüklenicisi ve sırların mahalli kılmıştır. Âlemin bütününde olan nice bin hikmetine, âlimleri vâkıf eylemiştir. Cihan kitabının her bir harfinden, marifetinin belirtilerini mütalaa edenleri arif eyleyip, gönül âlemine dalan kullarını, kendi huzurundaki Kabe'de ibadet edici eylemiştir. Salâvatın en faziletlisi, tahiyyatın en mükemmeli, teslimatın en güzeli, kâinatın efendisi, yaratıkların en şereflisi, varlıkların hülasası Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm hazretlerinin en büyük ismine ve akl-i evvel olan en mükemmel ruhuna olsun ki; O, "Sen olmasaydın, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım," hitabıyla yüceltilmiştir. O, halkı cehalet karanlıklarından, hidayet nurlarına çıkarmıştır. Kendi nefsini bilen ümmeti, Hak bilgisini bulmuştur. Selam ve hürmet O'nun ashabına olsun ki, onlar, sözlerinde, işlerinde, imanlarında ve ahlakın her hususunda O'na uyup, iman nuru ve irfan huzuruyla gönülleri dolmuştur. Allah'ın rızası, hepsinin üzerine olsun.
Bu hakir ve hakiki fakir İbrahim Hakkı, bu kitabı, aziz ve şerif mahdumu Seyyit Ahmet Naîmî için kaleme alıp, O'na hitap eder ki: Allah, seni her iki cihanda aziz etsin. Öncelikle malum olsun ki, Hak Teâlâ iki cihanı insanoğulları için ve insanoğullarını da ancak kendisini tanımaları için yarattığını cümleye duyurmuştur. Nitekim lütuf ve keremiyle: "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi sevdim ve beni tanımaları için varlıkları yarattım," buyurmuştur. Şu halde âlemin ve insanın yaratılmasından nihaî maksat ve yüce istek, Mevla'nın bilinmesidir. Bu ebedî devlet ve tükenmez saadet, her şeyden öncedir. Ancak bu, nefsini bilmeye bağlı olup, nefsini bilmek de bedeni bilmeye dayanır. Bedenin bilinmesi, âlemin bilinmesiyle olur. Âlemin bilinmesi ise hakiki ilimlerledir. Bu sebepten dolayı bir miktar astronomi ve felsefeden alıp toplayarak, bir miktar anatomi ilminden devşirip seçerek, bir miktar da kalb ilmi ve irfandan iktibas edip ele alarak, bu güzel kitabı, Türk diline tercüme edip, bir mukaddime, üç kitap ve bir sonuç üzere telif ve tasnif ettim. Mukaddimesi, genel İslâm bilgisi, dünya ve ahiret âlemlerinin özetidir, ilk kitap, âlemin durumu, eşyanın ve görüntülerin tafsilidir. İkinci kitap, şekiller bilgisi, bedenlerin terkibi ve insan nefsinin mâhiyetidir. Üçüncü kitap, irfana ulaşma keyfiyeti, Allah'a varmanın hakikatidir. Sonuç, âdap ve erkân bilgisi, dostların sohbeti, akrabalıklar ve komşuluklardır. Tertip ve tanzimi böyle yaptım ki, evvela mukaddimeden, açık âyetler ile sabit olan kâinatın acayip durumlarını özet olarak öğrenip, iki cihanın hallerinin garabetlerini yakinen bildikte; bütün bir itimatla tam itikat edip, cümlenin yaratıcısını ve düzenleyicisini bilesin. Büyüklük ve kudretini fikredip düşünesin.
Bundan sonra birinci kitaptan Yaratıcının güzel sanatlarını âlemin ufukları içinde ayrıntılarıyla seyredip, cihanın sırlarına vâkıf oldukta; âlem insanın kabuğu, insan âlemin dili olduğunu bilip, cümleden âsûde olasın, kendi kendine gelesin. Bundan sonra ikinci kitaptan Yaratıcının kudretinin şaşırtacağını, kendi cisim ve canında toplu olarak görüp, büyük âlemde her ne varsa, hepsinin benzerini kendi vücudunda buldukta; vücudun bir küçük âlem olduğunu bilip, kendi nefsine gelesin. Nefisler âleminde, Mevlâ'yı temaşa kılasın ve kendi ruhunu, vücudunun ikliminin sultanı bilip, kadr ve kıymetine vâkıf olup, nefsi tanıma mertebesini bulasın; kendi âleminde sultan olasın. Bundan sonra üçüncü kitaptan kalblerin evirip çeviricisi Allah'ın acayip ilhamlarım, garip tasarruflarını, zat ve sıfatının kalblere yakınlığını, en büyük âlem olan gönülde kesin bilgiyle bilip, masivadan (Allah'tan başkalarından) azat olup, her şeyi unutup, her şeyi çekip çevirici bir O'nu buldukta; vahdet âlemine erip, o tek ve yegâne Allah'ın birliğini basiretinle katiyetle görüp, Allah'ı tanıma devletine eresin. Allah'a yakınlığın saadetini kesinlikle bilip, ebedî O'nunla kalasın. Sonuçtan, çokluk âleminde olan vücudun mertebelerinin hükümlerini bilip, hududunu koruyup kollayarak, Hûda'nın yaratıklarına sevgi ve şefkatle, kalblerin sevgilisi oldukta; selametle toplumu gönlünce bulasın. Rahatla âlemin azizi olasın. Çünkü bu kitab-ı şerifte nizam, bu güzel üslup üzere tamam olup, alıcı gözüyle mütalaa edenleri, Mevlâ'nın âyetlerinin hakikatini bildirmiştir. Bu kitabın adı " MARİFETNAME " olup, bitiş tarihi: Bin yüz yetmişe, yetmiştir. (1170 H./1756 M.)
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!