Tam Kayıtlı Halebi-i Sağır ve Tercemesi, 2. Hamur
%35İndirim
390,00 TL
600,00 TL
Stok Kodu
3002813100069
*37,03 TL den başlayan taksitlerle!!
Tam Kayıtlı Halebi-i Sağır ve Tercemesi, 2. Hamur
ÖNSÖZ
Bütün hamd Allahadır. O'nun Peygamberine ve Peygamberin Âlîne ve Ashabına salât ve selâm olsun.
Allah Taâlâ, terceme etmemizi muvaffak kıldığı Halebi Sağîr in okunmasını ve ondan gereği gibi istifâde edilmesini, mümin kardeşlerimin cümlesine nasîb ve müyesser etsin.
Halebi Sağîr'in sahibi İbrâhîm b. Muhammed b. İbrâhîm el-Halebî'dir. İbrâhîm Halebî, Hanefî fıkhının fürûunda Müitekaa'l-Ebhür'ü yazmıştır. Halebi Sağîr'i yazan İbrâhîm Halebî, bundan önce Halebî-i Kebîr'i yazmıştır. Müellif Halebî-i Kebîrine «Gunyetü'l-Mütemellî» adını vermiştir. Halebî-i Sağîr'in ve Kebîrin her ikisi de, El-Şeyh el-lmâm Sedîdü'ddîn el-Kâşgaarî'nin tasnîf etmiş olduğu «Münyetü'l-musallî Ve Gunyetü'l-Mübtedî» nin şerhleridir. Şârîh (İbrahim Halebî) daha önce yaptığı şerhi (Halebî-i Kebîr'i) fazla teferruatlı bularak, okuyucuların istifâdesine daha elverişli olduğunu söylediği Halebî-i Sağîr'i yazmıştır.
Halebî'nin metni olan Münyetü'l-musallî'nin müellifi, Muhammed b. Muhammed el-Kâşgaarî 705 hicrî yılında vefat etmiştir. İbrâhîm Halebî de 956 hicrî yılında vefat etmiştir.
Münyetü'l-musallî üzerine, Halebî'den başka şerhler de yazılmıştır.
Münyetü'l-Musallî demek, namaz kılan kimsenin, kendisine şiddetle muhtâc olduğu, temenni ettiği muradı demektir. Bu ismin devamı olan «Gunyetü'l-Mübtedî» demek de, genişçe yazılmış olan kitaplara alışkın olmayan, okumaya yeni başlamış kimselerin ihtiyâçlarını karşılayan, bir dereceye kadar başka kitaplara muhtaç etmeyen demektir.
Hepimizin malûmudur ki, ibâdetler, en nefîs vakitlerin harcanacağı ve kişilerin harekât ve sekenâtının cevherlerini verecekleri en önde gelen en mühim şeylerdir. Namaz ise bunların başında gelen bir ibâdettir. Namazın şart ve erkânını en güzel, en iyi tertip eden bir kitap olması bakımından Münyetü'l-Musallî çok mühimdir. Bunun şerhi olması bakımından da Halebî'nin ehemmiyeti bir o kadar büyüktür.
Küçük yaşta şuna şâhid olmuştuk: Arapça okuyan bir kimseye «Arapçadan ne okudun, yahut nereye kadar okudun veya neler okudun?» diye sorulduğunda, cevâbında «İzhâr, Kâfiye bir de Halebî okudum» derdi. Bunların ilk ikisi, Arapçanın gramerinden meşhur iki kitaptır. Yani İslâm âleminde, husûsiyle Türkiye'de öteden beri ders kitabı olarak okutulan Arapça dilbilgisinin anası mesabesinde olan İki metin Nahiv kitaplarıdır. Halebî'nin ne olduğunu sorarsanız, o, Arapça ile yazılıdır. Fakat Arapça kitabı değildir. O, Arapça'nın adetâ bir tatbikat mahalli olmakta idi. Yani Arapçayı okuyan, biraz ibareden ma'nâ çıkaracak duruma gelen öğrencilerin, namaz, abdest bahislerini hem öğrenmeleri hem de Arapçanın tatbikatını yapmaları bakımından elverişli ilk akla gelen kitaptır.
Bir arkadaşım, «Halebî'yi anlamak o kadar kolay bir iş değildir» demisti. Bu, hatırımda kalmış. Gerçekten, Halebî'yi bu seferki okuyuşumda ona hak verdim. Çünkü Halebî'nin mantıkî ve gayet güzel bir tertiple, fıkıh usûlü kaidelerine riâyet olunarak kaleme alınmış olması, kolaylığı yanında güçlüğünü de beraberinde getirmiştir.
Eserin bazı hususiyetlerini arzetmek isterim:
1-Eser bir şerh olup, Hanefî Mezhebi üzerine yazılmış ve bünyesinde taharet, namaz ve bunlarla yakından ilgili bahislere yer verilmiş olan ve çok ihtiyâç duyulan meseleleri içinde bulunduran Münteyü'l-Musallî'nin şerhidir.
2-Eser, Mezheb imamları olan Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed, Hasan b. Ziyâd ve Züfer'in görüşleri, ittifakları ve ihtilâflariyle birlikte kaleme alınmıştır. Diğer taraftan «Üç imâma göre de böyledir, veya üç imâm bu görüşe muhaliftirler veya Mâlik şuna kaaildir. Şafiî buna kaaildir...» demek suretiyle diğer üç mezheb imamlarının görüşlerini ve aralarındaki ihtilâf ve ittifakı ve bunların Hanefîlere muhalif olan taraflarını ve dolayısiyle imamların usûl ve kaidelerini öğretmiş oluyor.
Musannif (Metin sahibi) bu gibi yerlerde «Bize göre veya bizim indimizde veya bizim katımızda» diye terceme ettiğimiz sözleriyle «Biz Hanefîlere göre» demeyi kasdetmiştir. Bazan da «Bizim ashabımız veya bizim imamlarımıza göre» demektedir.
3-Yukarda da işaret edildiği gibi, bu şerh daha öz olarak kaleme alınmış, daha ziyâde, meseleler tafsîl edilmiş, deliller üzerinde Halebî-i Kebîrdeki kadar durulmamış ve onun kadar teferruata girilmemiştir.
4-Musannif (metin sahibi), bazı isimlerini verdiği kitaplardan gerek Mütekaddimîn ve gerekse Müteahhirîn ulemânın kitaplarından seçip biriktirdiği gibi isimlerini verdiği kitaplardan başka kitaplardan da almış olduğuna işaret etmiştir. Bunlar gerçekten fıkhın umdesini teşkil eden kaynak kitaplardır. Musannif sözünü çok ettiği kaynaklardan biri de Zâhir-i rivâye, Nevâdir, Fetâvâ ve Vâkiâttır. Zâhir-i rivâye -ki bunlara Usûl meseleleri de denir- Ebû Hanîfe ve Ashabı olan Ebû Yûsuf, Muhammed, Hasan ve Züfer'den ve Ebû Hanîfe'den ilim alan diğer kimselerden rivayet olunan meselelerdir. Bunlar, ekseriye ilk üçünün kavlidir. Nevâdir meselelerine gelince bunlar da Ebû Hanîfe ve Ashabından Zahir rivâye'nin gayrı rivayet olunan meselelerdir. Fetvalar ve Vâkiât ise Hanefî Ulemâsının sonraki müctehidlerinin bu meselelerden sorulduklarında, Mütekaddimûn Mezheb ehlinden haklarında rivayet bulunmayıp, istinbat ettikleri meselelerdir. Bu hususta derli toplu malûmat için daha önce tercemesini yaptığımız Mezâhib-i Erbaa'nın birinci cildinin iki numaralı önsözünün 33. sabitesinin ilk beş paragrafına bakınız.
Musannif ve ona taben de Şârih (Halebî) hemen her meselede, bu meselenin nereden alındığını, hangi kaynak kitaptan ahz edildiğini, meselenin sonunda veya başında zikretmesi, aynı bir mesele hakkında daha başka kitapta ne denildiğini, yani «bu meseleyi falan kitapta şöyle zikreder» demekle meselenin sâdece bir çözüm şekli olmadığını, muhtel kitaplarda işin şu veya bu tarzda îzâh edildiğini zikretmesi de kitabın karakteristik tarafıdır.
5-Kitabın hususiyetlerinden biri de, usûl kaideleri üzerine yazılmış olması, sebep-netice bağlarının kurulması yanında, meselelerin güzel bir üslûb içerisinde ele alınmış olmasıdır. Şöyle ki: bu meseleleri burada okuyup gören kimse, burada bulunmayan namaz, abdest meselelerini de onlara kıyasla anlayabilecek bir duruma gelir. Veya en azından, bilmediği mesele hakkında bir şey söylememesini veya söylediği zaman, doğru bir tarzda söylemesini bilir bir duruma gelir. Kısacası, bu kitabı oku yan kimsenin fıkıh yönünden kafası açılır, meseleleri anlamada maharet kesbeder ve basiret hâsıl eder.
Kitabın birçok yerlerinde, «Meşâyihimiz» diye geçer. Meşâyih, Şeyh'in cem'idir. Bu ise üç mânâya gelir: Yaş bakımından büyük olanlara, ilmen büyük olanlara veya amelen büyük olanlara denilmektedir. Burada bundan maksad, bizim mutemed fakîhlerimiz, husûsiyle imâmlarımızdır.
Mütekaddimûn Ulemâ denildiğinde, Ebû Hanîfe ve arkadaşları yani onun talebesi durumundaki diğer imamlarımız ve onlardan önceki ulemâ; Müteahhirûn ile de bunlardan sonraki fakîhler kasd olunmaktadır.
Eskiden yazılan Arapça birçok ilim kitaplarında olduğu gibi, bunda da «Münye» metin olarak parantez içerisinde, şerhi «Halebî» de parantez dışında olmak üzere iki kitap (Metin ve Şerh) bir arada gelmiştir. Buradaki metin ve şerhi birbirinden ayıran parantezleri biz tercemede kaldırdık. Çünkü ikisi birbirine o derece bağlı olarak yazılmıştır ki, yani Sarih şerhi metne o derece uydurmuştur ki, sanki ikisi bir kitâpmış gibi fark etmek güçtür.
Tercümenin metinle birlikte basılacağını göz önünde tutarak, bazı delil makamında ve misâl ve izah sadedinde getirilen âyet, hadis ve duaları, husûsiyle mahzur görmediğimiz yerlerde, metnin de karşısında olmasını düşünerek, Arapça metni yeni harflerle yazdık. Bazan da bunların sâdece mânâlarını yazarak yetindik. Bundaki gayemiz, oku yanlarımıza kolaylık getirmektir.
Bu kitabı terceme etmem esnasında bazı intihalarımı şöylece anlatmak isterim: Bunlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz: Halebi'yi yalnızca bir fıkıh kitabı olarak birtakım namaz ve abdest meselelerini konu alan bir kitap olarak görmemek lâzımdır. Bu kitap oku nurken İslam'ın ruhu ve onun ahlâkının ulviliği, adalet duygusu ve kılı kırk yarmanın gözle görülür birtakım görüntüleriyle göz önüne serilmesi vardır. İnsanın günlük hayatında ibâdet konusunda yapacağı bir takım şeyleri nasıl tanzim edeceğini, ne şekilde hareket edeceğini, ne yapması lâzım geldiğini, bir şeyin yakîn (kesinlik) hâsıl etmesinde ve buna yakın hal almasında ne gibi şartların, ne gibi emarelerin bulunacağını, şüpheli şeylerin veya buna benzer şeylerin netice ve semeresinin neler olduğunu, nelere dikkat etmenin lâzım geldiğini, metotlu hareketlerin ne şekilde olacağını bize öğretmektedir. Kitap fakîhlerin münâkaşalarında bazı aklî muamele ve muhakemeleri bize fiilen göstermekte, kafamızın işlemesine yardımcı olmakta, fikrimizi, mantığımızı iyi ve yerinde kullanmamıza bizi alıştırmaktadır. Bunlar benim aklıma gelenlerdir. Daha başkaları da vardır. Bu söylediklerimi bir iddia ve bir zu'mdan ibaret sayanlar, hattâ inkâr edenler olabilir. Bunlara cevâbım: «Bana öyle geliyor» demektir. İkinci bir cevap gerekirse aslında fıkıh demek, kuru kuruya birtakım ahkâmı bilmekten ibaret değildir. Fıkıh, kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bitmesiyle, diğer bir tabirle fıkıh, caiz olan ve caiz olmayan şeyleri bilmesiyle birlikte onu tatbik etmesidir. Netice itibariyle dünya ve âhiret zararlı olan şeyleri bilip onlardan sakınmak, faydalı olan şeyleri de bilip, ondan müstefîd olmaktır. İşte bu mânâsiyle fıkıh - ki ibâdet konuları onun bir cüzünü teşkil etmektedir- herkesin, Allah'a karşı mesuliyetinde hareketlerini tanzim etmesini bilip Allah'ın rızasına muvafık amellerde bulunması demektir. Yoksa muktezasınca amele götürmeyen basit bilgiden ibaret değildir. Gerçek manâda fakîhler de bu yolda bilgi sahibi olan kimselerdir.
Halebî-i Sağîr'i terceme etmekle, öteden beri bu Kitabın ve benzeri kitapların metnini bastırmakla önemli hizmetlerde bulunan Salah Bilici Kitabevi nin yeni bir hizmet azminde olduklarını ve benim de çorbada bir tuzumun olduğunu görme sevinci içerisinde olacağım.
Halebî-i Sagîr'in daha önce Babadağı tarafından yapılmış eski Türkçe yazı ile bir tercümesi de vardır. Okuyucularımın gerek bununla, gerekse metinle karşılaştırarak, yapmış olabileceğimiz hatalarımızda bizi ikaz etmeleri, onların bir vazifesi olduğunu hatırlatırım. Tabiî olarak, hakkı tavsiye, sabrı tavsiye her zaman müminlerin birbirine karşı görevleri olduğunu, hemen herkesin ezbere okuyabileceği Asr Sûre-i Celilesinden bilinmektedir. Bizler okuyan ve okutanlara hayır dualar ederken, onların da bizleri ikaz etmelerini isteriz. Bunun yanında bu kitapları yazmış olan ulemâya da Allah Taâlâ'nın rahmetini ve bereketini dileriz. ( halebi sağir tercümesi kitap , halebi sağir al oku , online satın al, yayın, ucuz dini kitap, tam kayıtlı halebi sağir, İbrahim halebi, uygun fiyat, islami kitap satış, islam, onlıne satış, ucuz kitap , yazar, hasan ege tercümesi , salah bilici kitabevi , halebi sağir fiyatı, fıkıh kitabı )
HASAN EGE
Kitap Tam Kayıtlı Halebi Sağir ve Tercümesi
Yazar İbrahim Halebi
Tercüme Hasan Ege
Yayınevi Salah Bilici Kitabevi
Etiket Fiyatı 37.80 TL
Kağıt - Cilt 2.Hamur kağıt - Lüks Bez Cilt
Sayfa - Ebat 710 sayfa - 17x24 cm
Yayın Yılı 2009
Yazar İbrahim Halebi
Tercüme Hasan Ege
Yayınevi Salah Bilici Kitabevi
Etiket Fiyatı 37.80 TL
Kağıt - Cilt 2.Hamur kağıt - Lüks Bez Cilt
Sayfa - Ebat 710 sayfa - 17x24 cm
Yayın Yılı 2009
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!